ORADA ERKEK KADINA AZAP MIYDI?

Bu makaleyi yazmamdaki amaç, Doğu Anadolu’da ki kadın ile erkek arasındaki ilişkiyi anlatmak, daha doğrusu etrafımdaki yaşantılar, ama geneli de kapsadığını diyebiliriz. Bu anlamda amaç kesinlikle kimseyi rencide edici küçümseme saygısızlık etmek değildir. Amaç o gün ile bu günü kıyaslayıp aradaki farktan bir yaşam şekli çıkarmaktır…

Cahiliye devrinde bile olmayan tuhaf yaşantılar, aslında edebin bardaktan taştığı durumlarda bile erkek kadına hükümdarlık yapmaktan zevk alırdı. Karşılıklı haklar kesinlikle kuraldışı kalmış, sosyal yaşantı, ere saygısızlık olarak kabul edilmiş,kadınların sınırlı yetkileri ve hakları vardır. Bunun dışına çıkmak kırmızı çizgiyi aşmak demek bu da an müsait değilse akşam hesaplaşmaya kalır ki, bu tek taraflı hesap sorma şeklinde olurdu. Artık kaç meşe ağacı tatmin edebildiyse erkeği. Kadının bu hesaplaşmada ağlama hakkı bile yoktur. Sınırlı hakların içinde ağlamak kesinlikle yok. Kadın hakları yemek yemek, su içmek, nefes almakta tam özgür diyebiliriz. Ama kadınların vazifesine gelince, aslında bütün kadınlarımız Nene Hatun, Kara Fatma’dır. Ama külhanbeyi, kaytan bıyıklı, ceketi evine doğru gelirken omuzuna yan asan erkeklerin tutsaklığı olmasa.

Vazifeleri sabahın altısından akşamın on ikisine kadar kesintisiz hizmet. Ev halkından hiçbir erkek uyanmadan onun uyanması ve herkes yatmadan onun yatmaması. Hasta olma şansı çok zayıf, istisna-i durumlarda fazla uzatmamak şartı ile az bir müsamaha gösterilebilir. Akşam mayalanmış yoğurdun üstündeki kaymak erkeğin hakkı, canı çekmiş, sakın bir yanlışlık olmasın, çok ayıp. Her dediği doğru, her yaptığı doğru, büyük hadiseler bilinmeyeni bilmek, her türlü hakka sahip, tabi bu kadınların gözünde aslında (başta tuhaf dedik ya’ gerçekten tuhaf), bu korkunç erkek kadın farklılığı olmasına rağmen kadınların hiçbir gün şikâyetçi olduklarına şahit olmadım. Bu korku ve ya çekinme olabilir mi, desek bu da değil, çünkü bir insana kızgınsanız, yüzüne diyemiyorsanız, arkasından dersiniz, arkasından diyemiyorsanız, biraz daha uzağında dersiniz, mırıldanırsınız kendi kendinize, ama yok sabah zulüm, hakaret gören kadın akşam eve gelen eşine gül, çiçek uzatır. Bazen kıskanırdım babamı, ne şans var adamda derdim, kendi kendime düşünürdüm, acaba babamdan büyük bir şey var mı? Sümme haşa. Çünkü tuhaftı ilişkiler, bir taraf devamlı aslan, kuvvetli, diğer taraf ürkek ceylan, yürekli, her yaptığı hatada o zarif boynunu erkeğinin önüne serer, cezamı ver dercesine. Aslında burada şu gelirdi hep aklıma, bir İslam âliminden duymuştum, Ayşe annemiz bir gün sorar: ‘ Ya Resullullah cennete ilk giren kadın kimdir?’Ya Resullullah ‘Ya Ayşe filan yerde bir derenin içinde yaşayan bir aile var o kadındır.’ der. Tabi validemiz merak eder, gider kapıyı çalar, içerden ‘kimsiniz’ der. ‘Ben Ayşe sana misafir olabilir miyim?’ der. Ev sahibi: ‘Eşimden izin almadan alamam git akşam eşime söylerim, yarın yine gel, izin verirse alırım vermezse alamam’ der. Ertesi gün tekrar gelen validemiz çalar kapıyı, ev sahibi açar, içeri buyur eder, içeri girerken zaten fazla bir şeyler olmayan evde sağa sola bakar, dikkatini çekecek şeyler arar. Bakar ocakta su kazanı sürekli kaynar, kapının arkasına bakar, sağlam bir sopa hazır. Bu iki şeyi fark eder. Birincisini sorar, ya komşum benim dikkatimi çeken şu iki şeyin açıklamasını yapar mısın? der. Kadın ‘tabi’ der, suyun hazır sıcak olması eşimin necis durmaması için onun günahı bana olur. İkincisi ise ilginç, sopayı da eşim gündüz çok çalışıyor, çabalıyor, yoruluyor, başkalarıyla tartışmalar yaşayabiliyor, bu kızgınlıkla eve geldiğinde beni dövüp rahatlamak isterse sopayı hazıra koydum ki arayıp zahmet çekmesin, onun zahmet görmesi bana günahtır. Yani bunu duyduğumuzda burada bir kadının erkeği ne kadar üstün gördüğü görülüyor.

Öte yandan acaba feodal yapının asırlardır kadınları köle gibi kullanmak için ortaya koydukları bir düzen midir? Onu kestirmek biraz zordur. Öte yandan göz önünde olan bir gerçek daha var ki, bu cahiliye yaşantının tam tersi İslam güneşinin (Hz. Muhammed’in) yaşamını örnek alan ve bugünkü Avrupa’ya medeniyet ilim ve terbiyeyi, yayan kadınları Allah’ın emaneti olarak da gören insanlarımız da var. Kadının erkekten bir farkının olmadığını, o yaşamın ve yaşantının en önemli parçası olduğunu, bunun için bir dahi veya filozof olmaya gerek olmadığını da göstermişler. Nasıl ki bin dört yüz yıl önce İslam rehberi, ‘Cennet kadınların ayaklarının altındadır’ demiş ise, bugün bizlere düşen en önemli vazife ona uymaktır. İnsanların kendi yüzündeki eksikliği görmemeleri, bu eksikliği aynadaki buhara bağlamaları en geçersiz sebeptir bence. Kendindeki eksikliği görmek için aynayı berrak görmek lazım.

Kadın sudur, kadın nefestir, kadın cennettir. Bana göre bu iki yaşantının arasındaki eksiklik cehalet ile hiçbir alakası yoktur. Edeptendir diye kocasının sofrasında oturup yemek yemeyen kadında yanlıştır. Eşine değil de toplumda güzel görüneyim diye süslenmesine müsaade eden erkekte yanlıştır.

Bu iki hayatın ortak doğruluğunu varın sizler bulun…

SAYGILARIMLA.