Yetiştirme yurdunun öğrencilerini servis arabasıyla okullara bırakırdı.

Hafta içi her sabah iş yerimin önünden geçer, önce korna çalar, arkasından eller sallardı.

Öğle araları bazen 15-20 dakika erken gelirdi, otururduk.

Ben kahve suyunu koymaya başlardım, o hemen aklına gelen ilk espriyi patlatırdı.

Diyarbakır’a kemoterapiye gideceği zaman yaklaşmışsa, biraz daha sessizleşir ve “sen konuş dayı…” derdi.

Son zamanlarda servise de fazla çıkmamaya başladı, telefonla görüşmeye başladık.

Her aradığımda Hacı Filit Berdibek’in (Allah ona da rahmet etsin)bir esprisi vardı, onu patlatırdı, gülerdik.

Sonra hal hatır ederdik, rahatsızlığını fazla sormazdım morali bozulmasın derdim.

En son aradığımda sesi çok yorgundu.

Nasılsın dedim?

Dayı çok yorgunum, son ilacımı da verdiler, bakalım artık işimiz Allah’a kaldı dedi.

Ben konuşamadım,

O hemen espriyi patlattı, ikimizde güldük ama gülmemiz uzun sürmedi, o yorgundu…

O gülmeyi kesince, ben de kestim.

“Mehmedi gelip seni görmek istiyorum.” dedim.

“Yok dayı” dedi.

“Odaya almıyorlar.”

“Gelip kapıdan bana bakacaksın, hem senin moralin bozulur, hem benim moralim…” dedi.

“Böyle daha güzel.” dedi.

“Peki. Ama ilacın etkisi biraz geçerse mutlaka gel.” Dedim.

“Tamam.” dedi.

Ama bu söylediğine o da inanmamıştı, sesinden ben de öyle anladım.

En son aradığımda telefonuna ulaşamadım.

Bugün sabah Facebook’ta dostlar onun ölüm haberini paylaştılar.

Defalarca yutkundum, zar-zor “Allah sana rahmet etsin sevgili kardeşim…” diyebildim.

Keşke mutlu sonla biten masal değil de, hayatlar olsaydı.

Allah sana rahmet etsin.

Allah sana rahmet etsin.

Allah sana rahmet etsin.

Cennet, mekanın olsun.

Yüreği güzel kardeşim Mehmedi Hazar…