Geçen hafta Cuma günü Danıştay 10. Dairesinin aldığı kararla Ayasofya Camii’nin cami olarak ibadete açılmasının önündeki yasal engeller kaldırıldı ve belirlenen takvime göre Ayasofya Camii’nde ilk namaz 24 Temmuzda kılınacak. Bu yönüyle Danıştay’ın aldığı karar sonucu itibariyle hayırlı bir karardır. Tabi bu arada şu soruyu sormak gerekir, Ayasofya Camii 1934 yılında neden müzeye dönüştürüldü?

Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesine  gerekçe olarak gösterilen “insanlığın ortak mirası olan ibadethaneyi insanlığın hizmetine müze olarak sunma” düşüncesi gerçeklikten uzak bir düşüncedir. Eğer maksat insanlığın ortak mirasını muhafaza etmek olsaydı Diyarbakır Ulu Camii’nin geçmişte sinagog ve kilise olarak, Musevi ve Hristiyanların ibadet ettikleri bir ibadethane olmasından  dolayı müze olması gerekirdi. Diyarbakır Ulu Camii’nin bu tarihi misyonuyla müze olmayıp Ayasofya Camii’nin müze olması bu kararın iyi niyetli bir şekilde alınmadığını gösteriyor. Ayasofya’nın fethin sembolü olması, neden müze olduğu sorusunun cevabını veriyor aslında. Batı emperyalizmi karşısında yaşanan ezikliğin  ve bu eziklik sonucu, Ayasofya  batıya verilen  rüşvetin bir göstergesi idi. İstanbul’u işgal eden İngilizler’in cüret edemediğine Müslümanları İngilizlerden kurtardıklarını iddia eden insanlar cüret etmişlerdi. Ve bu durum Müslümanların  batı karşısında  yenilmişlik psikolojisi yaşamalarına sebep oluyordu.

Danıştayın aldığı karar  toplumu ziyadesiyle memnun etmiş ve insanlara zafer  kazanma hissiyatı yaşatmıştır. Bu yanıltıcı hissiyata kapılmamak gerekir. Müslüman için semboller tek başına anlam ifade etmemektedir ve sembolle birlikte ruhu yakalamak önemlidir. Nitekim Aliya İzzet Begoviç’in “savaş yenilince değil düşmana benzeyince kaybedilir.” Sözü durumu özetlemektedir. Biz istediğimiz kadar dört bir yanımızı mabetlerle donatalım eğer kendimizi ve neslimizi modernizmin ve emperyalizmin rüzgârına karşı koruyamıyorsak savaşı kaybetmişiz demektir. 

Bugün İslamiyet’in en önemli şiarı olan zekatı yaygınlaştırıp, zengin ve fakir arsındaki gelir farkını azaltmış mıyız, yoksa aralarındaki uçurumu daha da derinleştirmiş miyiz ona bakmalıyız.

Batı emperyalizminin sefahat anlayışından toplumumuzu ne kadar uzak tutabiliyoruz. İşi ehline verin anlayışını kendine şiar edinen inancın temsilcileri olarak işi ehline mi veriyoruz yoksa aynı düşünceye sahip olduğumuz  eşe dosta mı görev veriyoruz? Akrabaya yaptığımız torpili Allah Kur’anda akrabaya yardım etmeyi emrediyor diyerek savunuyor muyuz?

Bir topluluğa olan kininiz,  sizi adaletsizliğe sevk etmesin ayetinin gereğini mi yapıyoruz yoksa bizim gibi düşünmeyen insanlara adaletsizlik mi yapıyoruz?

Ayasofya’nın açılması tek başına bir zafer değildir. Bu ulvi hakikatlere uyulduğu taktirde Ayasofyanın açılması anlam kazanır.