Serdar APUHAN

ACI GERÇEK; DEPREM...

Baharın gelişiyle, doğanın insana muhabbeti, insanın doğaya sevdası bir başka oluyor. Hele birde çocuksanız, baharda yüreğiniz kıpır-kıpır oluyor.

Kırlarda bayırlarda özgürce koşmanın, oynamanın adıdır bahar.

 

Bahar bazen kıştan, bazen de yazdan günlerin yaşandığı mevsim olunca, birde çocukluğun verdiği heyecanla da olsa sağlığımızı düşünmez, oynar terler ve hastalanırız.

 

Cengiz 9 yaşında ve Nisan ayının son günlerinde baharın güzelliğine aldanmış, oynamış terlemiş ve hastalanmış. Yatılı okulda okuduğu için babası köyünden gelip Cengiz’i hastaneye götürmüş ve doktor Cengiz’e bir hafta evde istirahat raporu vermiş ancak sürekli hafta sonlarını iple çeken ve hafta sonlarını evde çok sevdiği küçük kız kardeşiyle geçirmek isteyen Cengiz, bu sefer eve gitmeyi kabul etmiyor, aynı yatılı okulda okuyan ve kendisinden bir yaş büyük olan abisiyle kalmak istiyor. Eve gitmesi için ne babası nede abisi Cengiz’i ikna edemiyorlar. Baba çaresiz küçük ve hasta oğlunu, kendisinden bir yaş büyük olan abisine teslim ederek oradan ayrılıyor. Kader aslında çoktan ağlarını örmüştür ve bu durumu değiştirmeye kimsenin de gücü yetmemektedir.

 

Bazen sabaha daha güzel bir güne uyanmak için uyuyoruz. Ama ne çare, bazen siz geceyi yaşarken dünyanın ayağı bağlanıyor, dünya dönmüyor ve siz hep karalık tarafında kalıyorsunuz.  İşte bu sabah (1 mayıs 2003) benim şehrime her sabah doğan güneş, doğmayı unutmuş. Cengiz’in ailesi için o gün bu gündür kaset o hışırtılı sesiyle,her defasında en başa sarıyor. ''Keşke Cengiz’i o gece orada bırakmasaydık...'' diyorlar. Ama ne çare...

 

Konuşuyorum, yüreği o geceden itibaren yarım kalan Cengiz’in abisi  Cezair ile. Konuşurken zaman 13 yıl öncesi değil. Cezair adeta o anı yaşıyor, kelimeler düğümleniyor boğazında ve başlıyor susarak konuşmaya. Hal dili her şeyi anlatıyor bana.

 

Gözyaşlarını dış dünyaya değil, içine akıtıyor. Ama ben anlıyorum halinden. Son surat koşmak, kendini bir odaya atmak ve içine akıttığı gözyaşlarını bir çırpıda sular seller gibi dışarı akıtmak istiyor.

 

''Cengiz değil o gece orada ölen, ben olsaydım.'' diyor yüreği yangın yeri olan Cezair.


Öyle ya, istemekle olmuyor . Giden Cengiz, yüreği yanan sen olmalıydın güzel Abi. Yüreği parçalanan annen, dizleri kırılan baban olmalıydı. Kader tamda budur...

İstemekle olmuyor...

 

Yer, içindeki bütün birikmişi, yüzlerce Cengiz’in yatılı olarak okuduğu Çeltik Suyu Yatılı Bölge Okulu pansiyonuna boşaltıyor. 
Koca bina, bir anda enkaza dönüşüyor.

Gece saat 03:27.

Öyle bir gece ki Çeltik Suyu yatılı okulunda yüzlerce çığlık ama hiç biri, hiç biri duyulmuyor. Çünkü herkesin çığlığı kendi içinde yankılanıyor.


O çığlıklardan birinin sahibi, bir gün boyunca enkazın altında kaldıktan sonra sağ kurtarılan Cezair, tamda deprem lafından sonra bir daha yutkunuyor ve ''her şeyi konuşmak istemiyorum...'' diyor.


Ben susuyorum oda susuyor. Bir süre sonra ben tekrar soruyorum, Cezair tekrar başlıyor konuşmaya...

 

Cezair konuşmakta zorlanıyor, benim de içim daralıyor. Kelimelerin ağırlığı omuzlarımda ve yüreğimde tonlarca ağırlık oluşturuyor. Cezair biraz nefes alabilmek için, o kara geceyle ilgili başka bir hikaye anlatmak istiyorum diyor. Bende tamam diyorum.

 

O gecenin akşamında, görevli öğretmen etüt de nedenini bilmediğimiz bir şekilde öğrencileri sıra dayağından geçiriyor. Bazı öğrenciler bu durumu içlerine sindiremedikleri için okuldan kaçıyorlar. ''Bak,'' diyor, ''o gece okuldan kaçan öğrencilerin kaldığı koğuşlar depremde adeta presleniyor ve o kısımda kalan öğrencilerden kurtulan olmuyor.''

Aslında o dayak, kaçan çocukların hayatını kurtarıyor. ''Bu çocuklar benim arkadaşlarım'' diyor. Bu mucizevi kurtuluş, ikimize de biraz nefes aldırıyor.

 

Sonra başka bir hikaye;


''Bak Serdar,'' diyor tekrar;


''Olayın aslını astarını tam bilmiyorum, gerçek mi efsane mi onu da bilmiyorum, ama herkes anlatır;

 O gece öğrencilerden bir tanesi  rüyasında deprem olacağını ve pansiyonu boşaltmaları gerektiğini görüyor. Gidip öğretmenini uyandırıp, 'öğretmenim rüya gördüm, deprem olacak çocukları pansiyondan çıkarmamız lazım.' diyor. Öğretmeni, 'yavrum rüyadır, hadi git ve uyu.'
Çocuk aynı rüyayı üçüncü kez görünce öğretmeni de huzursuz oluyor, çocukları tahliye etmeye başlıyor, ancak tahliye esnasında deprem oluyor ve öğretmen merdiven boşluğunda, enkazlar altında hayatını kaybediyor.''

O öğretmenin daha sonra Bingöl'de yapılan bir okula adı verilen ''Serkan Akyaz'' olduğunu da söylüyor Cezair. Daha fazla etkileniyorum. Yüreğimdeki burukluk bir kat daha artıyor.
 

 Bende, Cezair'de daha fazla konuşmak istemiyor ve konuyu burada kapatmak istiyoruz. Ancak 13 yıldır depremin acısını ilk gün ki gibi yüreğinde hisseden Cezair’in bu acıyı, bir ömür boyu unutmayacağını da biliyorum. Mevla’m Cezayir’in, annesinin, babasının ve diğer bütün Cengizlerin anne, baba ve sevdiklerinin yüreğine sekinet indirsin.

 

Ben o kara gece ve günü yaşamadım, görmedim. Ama güneşin kendisi için bir daha doğmadığı, felaketi yaşayanların acılarını çok derinden yüreğimde htim. 

Ben bütün Cengiz'lerimizin, annelerinin, babalarının, kardeşlerinin acısını, başka anne, babalar yaşamasın, güneş bir daha karanlığa mahkum olmasın, baharlarımız bir daha hazana dönüşmesin dileklerimle, o kederli günü hüzünle, acıyla yadediyor ve bir daha yaşanmamasını Allah'tan niyaz ediyorum.