Ülkemizde herkes, kendisinden farklı olana bakabiliyor. Bir kişinin yeşil gözlü ya da başka bir arkadaşının sarı saçlı olması kimse için bir ötekileştirme sebebi olmazken; fiziksel, işitsel veya zihinsel bir engeli olan bireyler söz konusu olduğunda insanların davranışlarının değiştiğini, mesafelerin açıldığını görebiliyoruz.
Niccolò Machiavelli’nin Prens kitabında söylediği ve çok sevdiğim bir söz vardır:
“Zira insanlar elleriyle değil, gözleriyle yargılarlar. Çünkü çoğu insan görür, ancak pek azı hissedebilir. Herkes sizi göründüğünüz gibi görür; fakat gerçekte nasıl biri olduğunuzu çok az kişi hissedebilir.”
Bu söz, özellikle engelli bireylerin toplumdaki konumunu anlamak açısından oldukça çarpıcıdır.
TÜİK, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından açıklanan verilere göre, engelli bireylerin toplumsal yaşamda en çok karşılaştıkları sorunlardan biri olan tutum ve ayrımcılığa maruz kalma oranı %29 seviyesindedir. Bu kadar yüksek bir oranın bulunduğu bir ortamda, gerçekten eşit ve adil bir toplumdan ne kadar söz edebiliriz? Yılda yalnızca birkaç gün engellilerin sorunlarının gündeme getirildiği bir düzende, ne kadar gerçekçi olabiliriz?
Bugün yapılan birçok etkinlik, sosyal medyanın etkisiyle popülist söylemlerin ötesine geçemiyor gibi görünmektedir. Samimiyet olmadığında sorunlar çözülmez; aksine büyüyerek daha da karmaşık hâle gelir. “Herkes birer engelli adayıdır”, “engel olma, farkında ol”, “yeter ki yüreğimiz sakat olmasın” gibi sloganların yalnızca bir gün dillendirilip ertesi yıl yeniden tekrarlanması, meseleyi bir söylemden öteye taşımıyor. Bir sorunu görmezden geldiğinizde, onun zamanla devasa bir probleme dönüştüğünü fark edersiniz. İnsanları anlamak yerine onların üzerinden prim yapmaya çalışmak ise güven değil, tam aksine toplumsal güvensizlik yaratır.
Oysa engelli bireyleri yalnızca bir gün değil, her gün hatırlamak; onları olduğu gibi kabul etmek ve günlük yaşamın doğal bir parçası olarak görmek mümkündür.
Yaşadığım şehirde erişilebilirlik konusunda bazı sorunların çözüldüğünü görmekle birlikte, hâlâ devam eden pek çok eksikliğin de farkındayım. Sokakta kendisine acıyarak bakılmasını istemediği için dışarı çıkmayan, şehir planlaması kendisine uygun olmadığı için sosyal hayata karışamayan engelli bireyler olduğunu üzülerek gözlemliyorum. Birkaç ay önce şehir merkezinde; akülü sandalye kullanan bir vatandaşın kaldırımdan geçişini, bir başkasının aracını gelişi güzel park etmesi nedeniyle gerçekleştiremediğine şahit oldum.
Aynı şekilde, alışveriş merkezlerinde engelli park alanlarının yalnızca girişe yakın olduğu için engeli bulunmayan kişilerce işgal edildiğini; toplu taşımada ayakta beklemek zorunda bırakılan engelli bireylerin görmezden gelindiğini; uyardığımda ise “farkında değildik” diyerek kendini haklı çıkarmaya çalışanları da gördüm.
Bununla birlikte, duyarlılığı yüksek olan ve farkındalık projeleriyle engelli bireylerin yaşamla bağlarını güçlendiren, onların gelişimine destek olan, yaşamda eksik olmadıklarını hissettiren insanların da olduğunu unutmamalıyız. Onların çabaları, toplumsal dönüşüm adına umut verici bir ışık niteliğindedir.
Engelli bireylerin yalnızca bir gün değil, her gün hatırlanması ve hayatın doğal bir parçası olarak görülmesi dileğiyle…




