Her insan hak sahibidir. Yalnız borçluyu bulmak, nerdeyse imkânsızdır. Ama herşeyi eksiksiz not eden mükemmel bir merci var o da ‘ilahi adalet’. Yaklaşık kırk senedir bu memlekette, özellikle Mezopotamya bölgesinde olan vahşetin, katliamların sorumlusu kim? Aklanmak için samimiyetsiz bir toplum, her suçtan yüzsüzce beraat ister. Kul beraat etsede, Allah’ın adaleti bakidir. Yapılan zulmün, katliamların hiç bir geçerlilik sebebi yoktur, olamazda.

    Bizler seksen yaşında ki yaşlımızın göğsünde on dört kurşunla toprağa vermişiz, kim bize adaletten, haktan bahsedebilir.  Dünyanın hiç bir yerinde, hiç bir inancında bu yoktur. Ama maalesef ülkemizde bu bir dönem gayet sıradan olaylar haline gelmişti. Aslında bu birazda devletin ve siyasi oluşumların hatasıydı. Devletin hatası şuydu bana göre, devlet kendini fertleştirdi, yani küçülttü. Yetkisini başka iradelere verdi. Buda korkunç kişisel hesaplaşmalara döndü.  Bunu fark edene kadar da iş işten geçti, çok canlaryandı, çok masumlar harcandı. Vatandaş bunu görünce elbet devlet dokunulmaz değil dedi. Geri dönüp devlete hesap sormaya başladı. Tabi boynuz çoktan kulağı geçmişti.

     Yahudi misyonerler bu olayları çok güzel analiz edip değerlendirdi. Ülkeyi karıştırmak için her türlüimkânları ve desteğimaşalarına sağladılar. Bu da bizlere öyle acı bir fatura oldu ki, kardeş kardeşe düşman oldu ve yüzyıllar boyu birbirimize karşı şüphe duymamıza sebep oldu. Öyle ibret verici oyunlar oynandı ki üstümüze, inanın şeytan şeytanlık yapmaktan utanmıştır. Çok canımızı yaktılar, çok can aldılar. Ama bu içimize sokulan fitne kadar canımızı acıtmadı. Yılanla adam hikâyesi gibi,‘sende kuyruk acısı bende evlat acısı oldukça biz bir daha dost olamayız’.

    Ne tesadüf ki acılar coğrafi olarak hep bir bölgede yaşandı. Ama mağdur her bölgeden oldu. Bu kardeşliğimiz için yeterli sebep değil miydi acaba? Bana göre yeterliydi. Ama bunu anlamak yerine karşı tarafıda bir yandan dolduruşa getiren haçlılar ve Yahudi misyonerler onlarıda kullanarak haklıymışlar gibi gösterip kardeşlerinin üstüne saldılar. Yoksa Türkiye’nin her vatandaşının zerre kadar imanı varsa, vatanını sever ve nasıl kazanıldığını unutmaz. Bunun için Zaza, Kürt, Türk, Laz olmaya gerek var mı? Yada sağcı, solcu, ülkücü, devrimci olmaya gerek varmı? Yok, ama olduğuna inandırdılar. Yoksa bize ilahi inancımız her doğruyu anlatmıştır.

    Tabi bu süreçte siyasi oluşumlarımızın da hakları yenilmez. Allah’a nasıl hesap verirler, onu ancak Allah bilir. Her dönem, her oluşum başımıza bir felaket getirdi. Gerçek hak yolu diyenleri şırıngaladılar, havadan aşağı saldılar, darağacında salladılar, dişlerini çektiler. Daha açık izaha gerek varmı bilmem, bence yeterli. Öte yandan şahsi menfaatler, çalmalar, çırpmalar, ‘Allaha şükür hala mahrum değiliz’ devam etmekte, gelenek alışkanlık haline geldi. Ama bizim derdimiz o değil, bizim derdimiz kardeşlik, vatan, memleket, din, iman.

     Bizler ne faşistiz, ne de terörist. Bizler ne dinsiziz, ne de münafık. Bizler Mevlana ile Şems-i Tebriz-i’yiz. Bizler Ahmed-i Hani ile FeqiyeTeyran’ız. Bizler Ertuğrul gazi ile Şeyh Edebali’yiz. Bizler Selahaddin-i Eyyubi’yiz. Allah bizleri içimizdeki fitneden arındırsın.