İstikâmet kelimesi; “kişinin her türlü aşırılıktan sakınarak doğruluk üzere bulunması” anlamında kullanılan ahlaki ve dini bir terimdir. Doğru, düzgün, dengeli, sabit ve kararlı olma” gibi anlamları da vardır.

Dünya var olduğu günden beri kendisine çizilen istikamette dönmektedir. Ay, güneş, yıldız ve galaksiler gibi her varlık kendisine takdir edilen istikamette yürümektedir. Bu ilahi emre-kadere eksiksiz uymaktadır; fakat insan bundan farklı olarak seçimlerinde serbest bırakılmış, cüzi iradesini kullandığı cihete göre ceza veya mükafat görecektir. Çünkü irade sorumluluğu ve sonuca katlanmayı gerekli kılar.

İstikâmet Allah’ın bizden yürümemizi istediği dosdoğru yolun adıdır. İstikamet Allah Resulünün (S.A.V) bize sünneti seniyyesi ile kılavuzluk ettiği, cennete doğru uzanan rotadır. İstikamet Müminin dünya ile ahiret arasında bağ kurabileceği ve bir ucu cennete varan ilahi köprüdür. İstikamet insanlığın kurtuluş reçetesidir. İstikamet üzere olmak müminlerin dünyadaki yol haritasıdır.

Hud suresi 112. Ayet nazil olunca “bu sure beni ihtiyarlattı” demişti Allah Resulü. Neydi fahri kâinatı böyle hüzünlendiren, müteessir eden. Hud suresinin kalplere işleyen ayetinde “emrolunduğun  gibi  dosdoğru ol” diye uyarılıyordu Allah Resulü (sav) ve onun şahsında tüm Müminler. İstikâmet emrediliyor, sırat-ı müstakim yeniden hatırlatılıyor unutan kalplere. “Sakın aşırı gitmeyin!” diye ikaz ediliyor iman edenler. Çünkü hiç şüphe yok ki haddi aşanların, sınırları ihlal edenlerin varacakları son, Kuran-ı Kerimde açıkça ve yeminle beyan edilmektedir.

İnsanoğlunun yaradılış amacı hiç şüphesiz bir imtihandır. Yaradılış gayesine uygun bir hayat yaşayıp yaşamama ile ilgili bir imtihan. Hangimizin amel olarak daha hayırlı işler yapacağını sınamak için Yüce Rabbimiz bizleri dünyaya göndermiştir. Öyle ki namaza her durduğumuzda “bizi dosdoğru yola ilet” diyerek dua ederiz. Asıl gaye bu amacı gerçekleştirebilmek için mücadele etmek, Allah rızasına ulaşmaktır. Allah’ın rızasına ulaşmak ancak Allah'ın koyduğu ilahi kanunları hassasiyetle yerine getirmekle olur. Bizler ancak elimizdeki son ilahi kitap ve Peygamberimizin sünnetinin rehberliğiyle istenilen hedefe ulaşabiliriz. Kim bundan başka yol, din, ideoloji benimseyerek doğru yolu ararsa sadece kendisini aldatmış olur. Kendini aldatanların sayısı aldatmayanları katlamış durumdadır. Yaratıcının kurallarını hiçe sayıp kendi kurallarını koyanlar azımsanmayacak kadar fazladır ve üstelik bunu İslam adına yapmaktadırlar. Hayatı, cenneti kazanmak için bir yarış alanına benzetirsek hiçbir yarışçı konulan kuralları çiğneyerek hedefe ulaşamaz. Hedefe ulaşsa bile bundan bir netice alamaz.  Nitekim Allah’a ulaşan ve onun rızasını elde edecek hiçbir yol sırat-ı müstakimden ayrı düşünülemez.

Müminin hayat mücadelesi belirlenen istikamet çizgisinde sürmelidir. Bu öyle muazzam ve kıymetli bir hedeftir ki biz Müslümanlar bu hedefi hiçbir dünyalık menfaate, mevkiye değişemeyiz, başka şeylere feda edemeyiz, etmemeliyiz; ancak çoğu zaman maalesef feda etmekteyiz.

Günümüzün şartlarına aldanarak birçok yanlışa ayak uydurduk ve uygun adım gidiyoruz yanlışların peşinden. Ümmet olma bilincini çoktan unuttuk. Zaten perişanlığımız da bu yüzden değil mi? Her mümin görev ve  sorumluluğunu yeniden hatırlamalı. Yeniden hicret başlamalı, bizi yanlıştan doğruya götüren bir hicret. Yeniden okumaya başlamalıyız Hira’yı. Sevr bize yeniden sığınak olmalı doğruya sığınırken. Kopuş öyle büyük  ki telafisi çok zor olsa da bir yerden zaman kaybetmeden başlamalıyız. Çok geç olmadan, Melekul mevt emaneti almaya gelmeden önce istikameti hatırlamak gerek. Ömür kısa, görev ağır, zaman dolmakta. Dua yeni bir başlangıç için ilk adım olabilir.  Fiili dua, kavli duamızın önsözü olsun.

Rabbim! Bizleri istikamet üzere olan ve bu istikametten ayrılmayanlardan eyle.

Selam ile…