Son yılarda peygamber efendimizin (s.a.v) sahih sünnetini tartışmaya açıp onu reddetmek ve yok saymak maksadıyla birtakım oluşumlar çok etkili bir şekilde çalışmaktadırlar. Zaman zaman İslam’ın içini boşaltmakla görevlendirilen ve sağlam bir şekilde finanse edilen şahsiyetler ve gruplar olmuştur. İlahiyat alanında yetkin olanlar bir yana, konu ve literatür ile alakasız kişiliklerin kanal kanal gezip sünnet ve hadisten bahsetmesi, ilgili teknik altyapıdan bihaber olmasına rağmen sünnet ile ilgili ahkam kesip hüküm vermesi durumun vahameti açısından manidardır.

 

İslam kaynak olarak iki vazgeçilmez delile sahiptir. Bunların ilki, son ilahi kitap Kur’an-ı Kerim, ikincisi ise son peygamberin (s.a.v)  sahih sünnet-i seniyyesidir. Zaten Kur’an’ın bir konuda kesin bir hüküm varsa peygamberimiz (s.a.v) bu hükmü yok sayıp kendisi yeni hüküm koymamıştır. Fakat hemen anlaşılmayan ve izahata ihtiyaç duyulan ayetleri açıklamış, bunları da ancak Allah’ın izniyle yapmıştır. Çünkü peygamberin (s.a.v) konuşması ancak vahiy iledir ve vahyi açıklamak, tebliğ etmek O’nun nebevi bir sıfatıdır.  Diğer delillerin (icma, kıyas vs) delil olarak kullanılması açısından İslam uleması tam bir fikir birliği sağlamasa da, kaynaklık bakımından İslam tarihi boyunca ehl-i sünnet alimleri ve müntesipleri tarafından Kitap ve sahih sünnete eleştiri yapılmamış, bunlar tartışmaya dahi açılmamıştır.

 

Sünnet; Peygamber efendimizin (s.a.v) dini rehberlik amaçlı, ümmete örnek olması açısından emir veya tavsiye nitelikli söylediği söz, sergilediği davranış veya takrirlerdir (onaylamalarıdır). Peygamberimizin (s.a.v) normal bir beşer olarak söylediği sözler ve yaptığı uygulamaları da vardır.  Bunlara “yerel” olarak bakılabilir ve bunların dini bir bağlayıcılığı veya zorlayıcı etkisi söz konusu değildir. Allah resulünün (s.a.v)  sevdiği yemekler, dünya işleriyle ilgili tavsiyeleri, yaşadığı coğrafya ve iklimden kaynaklanan tavır ve davranışları bunlardandır.  Hatta peygamberimizin bir çiftçiye hurma ağaçlarının aşılanması, budanmasıyla ilgili bir tavsiyesi olmuş; ancak bu tavsiyeye uyan çiftçinin budadığı veya aşıladığı ağaçları ertesi yıl verimsiz olmuştur. Söz konusu sahabi durumu peygamberimize (s.a.v) bildirince, peygamberimizin (s.a.v) ; “siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz” demesi de yerel bir davranış örneğidir, uyulması zorunlu değil isteğe bağlıdır.

 

Ancak Peygamberimizin (s.a.v) bir de evrensel yönü vardır. Bu yön emir, yasak, istek, tavsiye veya takrirlerden oluşur. Ümmet üzerinde bağlayıcılığı söz konusudur. Bunların yapılmaması, basite alınması, kulak ardı edilmesi, önemsenmemesi ise inanç bakımından sorunlu, ilahi cezaya ve müminler arasında kınanmaya müstahaktır. Çünkü Allah ayet-i kerimede :"... Peygamber (s.a.v) size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının..."buyurmaktadır. Kur’an-ı Kerimde peygambere (s.a.v) uyma hususunda çok belirgin ve izahata ihtiyaç bırakmayacak kadar açık,  muhkem ayetler bulunmaktadır. Muhkem ayetlere müteşabih muamelesi yapıp anlamı zorlamak, akıl almaz çıkarımlarda bulunmak ancak kasıtlı niyetlerin sinsi çabası olabilir. Allah’ın: Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez...” ayeti kerimesi bizleri ne kadar dikkatli olmamız gerektiği hususunda uyarmaktadır.

 

Sahih sünneti İslam’ın dışında çıkarma çabaları açık ve net bir şekilde fitne ürünü olup ümmetin birliğini tehdit etmektedir. Allah’ın sözü üzerine söz söylemek bir müminin haddine olamaz. Peygambere (s.a.v) uyma hususunda bakınız Allah ne buyuruyor:

-"O, kendi hevasından konuşmaz, O'nun söyledikleri kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir." (Necm, 53/ 3-4)

-"Allah ve Resûlü, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir kadın ve erkeğe, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlü'ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur." (Ahzâb, 33/36)

-"Kim, Peygamber (s.a.v)' e itâat ederse Allah'a itâat etmiş olur..."(Nisâ, 4/80)

-"... Peygamber (s.a.v) size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının..." (Haşr, 59/7)

-"Deki: 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın… (Âl-i İmrân, 3/31-32).

 

Tüm bu ayetlerden sonra sünnetin İslam’a kaynaklık etmeyeceğini, İslam’da hüküm koyma yetkisinin olmadığını söylemek sinsi ve yıkıcı fikirlerin ürünüdür. Böyle bir fikri savunmak ise peygambere, dolaysıyla peygamber (s.a.v) sözü olan sünnete uymayı emreden ayetleri görmezlikten gelmeyi veya reddetmeyi gerektirir.

 

Bir de olaya şöyle bakalım. Sünnetin İslam’daki yeri ve kapsayıcılığı günlük hayatımızda ne kadardır. Sünneti yok saymanın, beraberinde neleri yok saymak olduğunu anlamak açısından şöyle birkaç örnek sıralayalım.

Beş vakit namazın her birinin kaç rekât olduğunu, namazda kıyamdayken el bağlamayı, namaza başlarken getirilen tekbir ve rükünler arasındaki tekbirleri, namazın her rekâtında Fatiha okumayı, Fatiha’dan sonra zammı sure okumayı, secde sayısını, tahiyyatı ve oturuşları, namazda okunan subhaneke duasını, vitirlerde okunan kunut duasını, rükû ve secdede okunan tesbihatları, tahiyyat sonrasındaki salavatları, namaz bitince selam vermeyi, beş vakit farz namaz dışındaki evvabin, kuşluk, husuf ve küsuf namazları, sehiv ve tilavet secdelerini ile yağmur namazı ve duasını, ramazan ve kurban bayramını kutlamayı, bayram namazlarını kılmayı, namaz tesbihatını,  , abdestte ağza ve buruna su vermeyi, kulakları mesh etmeyi, günde beş vakit okunan ezanı şerifi, Cuma’da hutbe okumayı, basamak dualarını,  nikah duaları ve nikahın kıyılma şeklini, naaşlarda kullanılacak kefenin şekli ve sayısını, naaşın yıkanma ve defnedilmesi ile ilgili işlemlerin yapılışını, cenaze dualarını, telkin dualarını,  erkek çocukların sünnet edilmesini, yemekte ve diğer işlerde önce sağdan başlamayı, zekâtın hangi mallardan ne kadar ve hangi aralıklarla verileceğini, zekatta nisap miktarını, orucu neyi bozduğunu, teravihi, ramazan ayında yapılan mukabeleyi, yemek, misafirlik, uyuma, adab-ı muaşeret ve bunun gibi saymadığım, saymaya gerek dahi duymadığım birçok konuyu ancak peygamberimizin sünnetinden öğrenmekteyiz. Bu hususlar  tamamen sünnet aracılığıyla bizlere ulaşmış, Kur’an-ı Kerimde yer almayan konulardır. Kur’an-ı Kerimde yer almayan yüzlerce davranış, uygulama ve tavsiye sünnet aracılığıyla hayatımıza girmiştir. Sünnetin reddi, yukarıda zikrettiğim davranış ve ibadetlerin tamamını reddetmektir. Sünnetin İslam’a kaynaklığını reddettiğimizde geriye İslam’dan ne kalır siz düşünün.

 

Anlaşılıyor ki sahih sünneti yok saymak ve İslam’ın dışına çıkarmak adeta İslam’ı ruhsuz bırakmaktır.  Çünkü İslam’ın tam anlaşılması ancak ve ancak sünnet ile mümkün olabilir. Bizler ehl-i sünnet itikadının inanmışları olarak böyle ayrılıkçı ve ümmet arasında bölünmeye sebebiyet veren kişi ve guruplardan uzak durmalı, onların yönlendirmelerine teveccüh etmemeliyiz. Dinimizi, ilk kaynağı olan ve ilk günkü gibi eksiksiz bir şekilde elimizde bulunan Kur’an-ı Kerim’den, Resulullah’ın (s.a.v) sünnetinden ve güvenilir âlimlerimizin kaynaklarından öğrenmeliyiz.

Selam ile…