Hayat Hoş Camiler Boş 

    Mabetler insanın yaratıcıya misafir olduğu, ona boyun büküp secde ettiği, dua edip yalvardığı, af dileyip ona iltica ettiği münevver mekânlardır. Kadın, erkek her Müslüman illaki mescide ya da camiye gitmiş orada Allaha ibadet etmiştir. Çünkü Müslümanın ve İslam’ın vazgeçilmezidir camilerimiz.

    Ancak camilerin yalnızlığı ve garipliği belki de tarih boyunca hiç bu kadar derinleşmemiştir. Hayattan tat almak adına sürekli farklı yerler arıyor çokça para harcayıp farklı mekânlarda tatiller yapıyoruz. Fakat farklı ibadet mekânlarında bulunmak, oralarda da ibadet etmek çoğu zaman aklımıza dahi gelmiyor. Emin olun Kâbe’nin şubeleri gibi olan camilerimizin her birinde ibadet yapmak farklı manevi tatlar verecektir. Bu durumu bir alışkanlık haline getirip yeni bir kültür dahi oluşturabiliriz. Mesela akşama yarım saat kala çocuğunuzu yada arkadaşınızı veya komşunuzu alıp varsa aracınızla farklı bir camiye sırf ibadet için gidebilmelisiniz. Öyle süslü duvarlar, kaliteli minber ve mihraplar yumuşacık halılar, ekolu ses sistemleri, boy boy minareler almış başını giderken secde yerleri yıllardır bekledikleri alınlara hasret kalmış, vakit namazlarında cemaate susamış. Caminin hemen Yanı başında yapılan evlerde oturanlar dahi ezana, ilahi davete ilgisiz ve kayıtsız kalmış.

    Öyle manevi bir uçuruma doğru gidiyoruz ki "felaket" desek yeridir. Vakit namazlarında camiye giden cemaat sayısı neredeyse birçok camide sıfıra düşmüştür. Bazen de koca koca camilerde imam efendi ve arkasında üçü beşi geçmeyen bir topluluk. Hiçbir şey ile telafi edilemeyecek bu eksikliği ise camilerimizi süsleyerek veya maddi destek vererek vicdanlarımızı rahatlatma yoluna gidiyoruz. Doğrudur, mescitleri ancak Allah’ı sevenlerin imar ve inşa ettiği; ama caminin gerçek ziyneti, süsü oranın cemaatidir.

    Oysa cami bizi toplayacak bir araya getirecekti. Orada sürekli birbirimizle karşılaşıp hasbihal edecek, durumumuzu, sıkıntılarımızı mütalaa edecektik. Bir ve tek yumruk olup İslam düşmanlarına birliğimizden doğan kuvvetle gözdağı verecektik. Karargahımız olacaktı camiler. Orada ehli suffa yetişecek, ülkelere İslam’ı tebliğ edecekti. Nikâhlarımız kıyılacaktı minberin yanı başında. Önemli kararlarımızı orada istişare yoluyla alacaktık. Peygamberimizin (as) mirasına orada talip olacaktık. Her birimiz bir imam, bir müezzin kadar bilgili ve ehliyet sahibi olacaktık. Mahşerde gönlü mescitlere bağlı olan ayrıcalıklı zümreden olacaktık...

    Ama öyle olmadı. Mescitleri imamların tapulu malı zannedip tüm dini aktiviteleri onların sırtına vurduk. Kendi cenazelerimizden en yakınımızın cenaze gereksinimlerini tamamen din görevlisine havale ederek bedenen ve ruhen koptuk o dünyadan. Kaçtık kendimizden, koptuk özümüzden. Öyle bir hale geldik ki artık “er kişi niyetine” diyerek el bağlayan imamın arkasından birkaç kişi el bağlayıp cenaze namazı kılarken yüzlerce kişi gözlerinin önündeki ölüden ve ölümden ibret almayıp film izler gibi cenaze namazını izleme bedbahtlığına düşmektedir. Toplum olarak dini değerlerden kopmaktayız. İnanca, maneviyata, camiye, secdeye, vb ne varsa yabancılaşmaktayız.

    Yalnızlaşma mescitten kopuş ile başladı. Mescit bize mektep olmayınca cahili olduk sorumluluğumuzun. Hayatımızın her bir alanı bir bir kuşatıldı. Bizi mescide çağıran sese sağırlaştık. Gel dediği yere gitmedik. Gelme dediği yere merak sardık. Dur dediği yeri terk ettik. Bak dediği yerden bakmadık. Gör dediği şeye kör olduk. Böylece yabancılaştık belki de yalancılaştık.

    Mesela "doymadan kalkın" dediği yemeği talan edercesine yedik. Tıka basa doldurduk midelerimizi. Komşunuza ikram edin dedi, biz ise gösteriş budalasına döndük. İyiliği gizli yapın dedi, biz reklamsız kimseye el uzatmadık. Bunun gibi birçok şeyi Allah’ın bizden istediğinin tam tersi şeklinde yapıyoruz. Böyle tersini yapa yapa sonunda ters köşe olmaya doğru gidiyoruz. Gidişat fena. Yol kısa. Şeytan gayretli. Nefis hevesli. Her şeyimizi Allaha havale etmek dışında bir çabamız yok. Kuru, içi boş ve dayanaksız bir tevekküle umut bağlıyoruz.

    Ne kadar kaçarsak kaçalım, sırt çevirelim ya da görmezden gelelim. Son kertede bir salâ yükselecek kaçtığımız mabedin minaresinden. Bir tahta tabut içinde misafir olacağız avlusuna. Teneşirine bedenimiz dokunacak habersiz. Son vedayı belki de mescit yapacak bize. Geç olmadan, yolumuzu mabede, camiye, mescide çevirelim. Alnımızı seccadeye sürüp Rabbimize en yakın olduğumuz zaman ve mekânın tadını çıkaralım

    Diyelim ki Rabbimize : “Tut elimizden, yürümemizi istediğin yoldan yürüt Allah’ım. Bize merhamet eyle. Acı bize. Hidayet ver bize, ayaklarımızı ve kalbimizi bu yolda sabit kıl”.