Bingöl Haber Merkezi - DİVES (Diyanet ve Vakıf Emekçileri Sendikası) Bingöl İl Temsilciliği, bölge genelinde son günlerde artış gösteren olaylara ilişkin yazılı açıklama yaptı. Kur’anı kerimden ayetlerle başlanılan açıklamada; “Son 5-6 yıllık bir süredir, yanı başımızda, Ortadoğu İslam coğrafyasında, felaketlerle sonuçlanan, milyonlarca ölüm ile neticelenen, şehirlerin ve/ve ya topyekün ülkelerin harabeye dönüştürüldüğü, milyonlarca insanın yerinden, yurdundan göç etmek zorunda bırakıldığı savaşlara şahit oldunuz/olmaktasınız” denildi.

‘MÜSLÜMANLARIN YAŞADIĞI TOPRAKLARDA SAVAŞ VE KAOS HÂKİM’

İslam topraklarında yaşanan savaş ve kaos ortamına da dikkat çekilen açıklamada; “Müslümanların yaşadığı, çoğu yerlerini kutsal olarak isimlendirdiğimiz topraklara, ya mezhepsel düşmanlıklar, ya da etnik milliyetçilikler kaşınarak, bu topraklarda biz Müslümanları yöneten idarecilerimizin ihtirasları ve kişisel menfaat hesapları yüzünden kaos ve sürekli bir savaş ortamı hakim oldu. Yöneticilerimizin ihtirasları ve kişisel çıkarları uğruna sürüklendiğimiz bu savaş ortamı, canımıza, malımıza ve topyekûn geleceğimize kastedecek bir duruma evrilmiş bulunmaktadır. Hiçbir gerekçesi olmamasına rağmen, bizleri mezhep, etnisite, ideoloji, parti ve benzerleri üzerinden birbirimize düşman ettirerek, peşlerinden sürükleyen iktidarlarımız, bizleri birbirimize kırdırtmakla sonuçlanan bir cenderenin içerisine atmakla kalmamış, güzelim coğrafyamızı, emperyalist devletlerin buralara yerleşerek, savaşlarını, paylaşımlarını ve güç gösterilerini bizler üzerinden yürütmelerine yol açmışlardır. Bütün bir emperyalist dünyanın, coğrafyamıza leş kargaları gibi üşüşmüş olmaları, yöneticilerimizin iktidarları uğruna her şeyi göze alabilmeleri ve bizleri buna kurban edebilecek kadar gözlerini karartmış olmalarından ileri gelmektedir. Ülkemizde ise, yaklaşık 40 yıldır sürmekte olup, Ortadoğu'daki savaşlarla ilintili ve paralel olarak, son günlerde daha da tırmandırılan, şehir ve ilçelerin abluka altına alındığı, uzun süreli sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı, burada yaşayan insanların aç-susuz bırakılarak hapis hayatı yaşatıldığı, anne karnındaki ceninlerden, üç aylık bebeklere ve 70-80 yaşındaki ihtiyarlara kadar kadın-erkek sivillerin yaşamlarını yitirdiği, cenazelerin günlerce sokak ortasında bırakıldığı, defnedilemediği için, bozulmasın diye cesetlerin dondurucularda tutulduğu bir savaşla karşı karşıya bırakılmış bulunmaktayız. 2013 yılında başlatılmış olup, bizlerin, barış umudu etrafında kenetlenmemizi sağlayan "Barış Süreci", toplumda geniş bir kabul görmüş olmasına rağmen, hepimizin nedenlerini çok iyi bildiği sebepler yüzünden, barış umudumuza, mevcut iktidarın ihtirasları yüzünden kastedilerek daha şiddetli bir şekilde kör bir savaşa dönüştürüldü” ifadelerine yer verildi.

‘DEVLETLER YOK OLMAYLA KARŞI KARŞIYA KALMIŞ DURUMDA’

Hakları gasp edilen halkların bu duruma daha fazla tahammül edemeyeceğinin belirtildiği açıklama, şu şekilde sürdü: “Kimin başlattığı ve ya kimin haklı olduğu bir tarafa, yaklaşık 40 yıldır devam eden, galibi ve mağlubu olmayan ve olmayacak olan, rasyonel politikalar geliştirilerek daha makul çözümlere gidilmediği takdirde böyle de devam edecek olan bu kör savaş, biraz da bizlerin çeşitli sebep ve bahanelerimiz yüzünden susarak onaylamamızdan dolayı devam ettiği ve susmaya devam etmemiz halinde, şiddetlenerek sürdürüleceği de gün gibi ortadadır. Irak, Tunus, Libya, Mısır, Lübnan ve en son Suriye'de yaşanan yıkımlara hepiniz şahit oldunuz. Yaşanan yıkımların nerelere vardığını ve bütün bu yaşananların kendilerini mutlak iktidar ve hakların dağıtım merkezi olarak görüp, ötekileştirilenlerin haklarını gaspetmeyi kendine hak görenlerin, bu hakları vermemekte diretmeleri sonucunda meydana geldiği herkesçe kabul gören bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Hakları gasp edilen ve böyle yaşamaları kendilerine dayatılan Ortadoğu halklarının, bunlara daha fazla tahammül etmeyecekleri ve başkaldıracakları apaçık bir gerçeklik olarak kabul edilmesine rağmen, Ortadoğulu yöneticilerin bu haklara anlayışla yaklaşmak yerine, hak taleplerini şiddetle bastırmaları sonucunda, daha çok halkların zarar görürken, devletlerin topyekün yok olmayla karşı karşıya kaldıkları bir süreç yaşanmaktadır. Kürtlerin de, insani, İslami ve evrensel hak talepleri devlet tarafından rasyonel politikalarla çözülmek yerine, akıl almaz şiddet yöntemleri ile "çözülme" yoluna gidildiği taktirde, ülkemizin de bir Irak, Tunus, Libya ve en son canlı canlı tanık olduğumuz Suriye'ye dönüşme ihtimali mutlak bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır. İktidarın, bir iç savaş potansiyeline dönüşme tehlikesi taşıyan, Kürtlerin hak taleplerini şiddetle bastırma girişiminin arkasında durmak ve bu politikalara destek sunmak, vatanseverlik olmayıp, vatanın bir ateş çemberine dönüştürülmesine seyirci kalmak anlamına gelecektir. Bu politikalara destek sunmak, olası kaotik duruma ortak olmanın yanında, vebali ödenmeyecek günahlara da suç ortaklığı anlamına gelecektir. Geleceğimizi elimizden alacak, bizlere yıkım getirecek, canımızdan ve malımızdan edecek bu savaş ortamının sonlandırılması, toplumsal bir sağduyuya ihtiyaç duymaktadır. Muhalefete kulaklarını tıkamış bulunan, gelen barış çağrılarına sağır davranan iktidarın, yıkıma yol açacağı kesin olan bu politikalarından vazgeçirilmesi, ancak kendisine destek sunanların, iktidarı makul, barışçıl, rasyonel politikalara zorlamasıyla mümkün olacak gibi görünmektedir. Son olarak, yürütülmekte olan kirli ve anlamsız savaşın bir kazananının olmayacağı, her iki tarafın da bu savaşı daha uzun süre devam ettirebilecek güce sahip olduğu, devamı halinde, ülkedeki tüm halkların daha fazla zarar görmeye devam edeceği, eninde sonunda, yeniden müzakerelere dönülmek zorunda kalınacağı gerçeğinin toplum tarafından da görülerek, taraflar üzerinde baskı oluşturulması için, yapılabilecek ne varsa ivedilikle yapılması bir zorunluluk olarak önümüzde durmaktadır. Ya toplum olarak, bu savaşın karşısında duracağız, ya da susarak(onaylayarak) yavaş yavaş yok olmaya devam edeceğiz!”

Editör: TE Bilisim