Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı, Siirt Milletvekili Yeni Şafak Yazarı Yasin Aktay, "Bingöl’e bir film (festivali) gelmiş" başlığıyla  1. Bingöl Uluslararası Kısa Film Festivalini Yazdı. İŞTE O YAZI;

“Uluslararası Kısa Film Festivali dolayısıyla Bingöl’deyiz. Şehirde tam bir bayram havası, hani iklim değişmiş de Akdeniz olmuş gibi. 

Uzun zamandır Bingöl’e gelmemiş olduğumu Bingöl’de gördüğüm muhteşem değişimle, canlılıkla fark ettim. Türkiye’de 15 yıldır yaşanmakta olan değişimden, kalkınmadan Bingöl’ün epeyce nasiplenmiş olduğu ilk bakışta görülüyor. Genişçe yollar, şehrin iki yakasını birbirine bağlayan ve şehre yeni bir çehre kazandıran viyadük ve tabii ki üniversite kampüsünün şehrin çevre düzenine vurduğu damga.

Uzun süre Kalkınma Bakanlığı yapan şehrin evladı, şimdi AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın Bingöl’e olan ahdine vefasını en güzel şekilde gösterdiği hemen gözlemlenebiliyor. Allah var, sayın Yılmaz’ın sadece Bingöl’de değil bölgenin tamamında bu ahde vefasının izleri hissediliyor. 17 bin öğrencisi olan Üniversitenin kampüsü batıdaki hiçbir üniversiteyi aratmayan bir kalite ve standartta. Beş pilot üniversiteden biri seçilmiş. Rektör Prof. Dr. İbrahim Çapaküniversitenin her bakımdan daha da gelişmesi için ekibiyle birlikte canla başla çalışıyor.

ŞEHİR VE MÜLTECİ

Kısa Film Festivali etkinlikleri kapsamında ilk durağımız Üniversite kampüsünde düzenlenen “Şehir ve Mülteci” Paneli. Rektör Prof. Dr. Çapak’ın yönettiği panelde Belediye Başkanı Yücel Barakazi ve Bingöl Valisi Ali Mantı ile birlikte ülkemizin karşı karşıya kaldığı ve sayıları 3,5 milyonu bulan mülteci olgusu karşısında şehirlerimizin durumunu konuştuk.

Belediye başkanı Barakazi mülteciliği insanın varoluşuna ve yeryüzüne gönderilişine kadar bağladı. Aslında yaratılışımız itibariyle. Hz. Adem’in ve Hz. Havva’nın şeytanın iğvasına kapılmak dolayısıyla aldıkları ilk ceza bu dünyaya sürgün edilmeleri olmuş. Bu dünyada hiç birimiz kalıcı değiliz, hiç birimiz yaşadığımız yerlerin sahibi değiliz. Bu mülk Allah’a aittir, biz de biraz oyalanıyoruz işte.

Tabi diğer yandan bu dünyada rutinleşen bir hayat var ve bu hayat içinde birileri siyasi nedenlerle, savaşlar veya sosyal ve doğal afetler dolayısıyla yer değiştirmek zorunda kalıyor. Bu yer değiştirmelerin bir kısmı iltica, bir kısmı göç, bir kısmı hicret bir kısmı da sürgün olarak niteleniyor. Bu yer değiştirmelerin elbette birbirinde farkı var.

Türkiye tarih boyunca hep mülteci akımlarının adresi olmuştur. Esasen bu akımların oluşturduğu demografik kompozisyon Türkiye’nin gücünü ve zenginliğini de oluşturmuştur. Bu sadece Türkiye için değil bütün büyük medeniyetler için sözkonusu olan bir durum. Büyük medeniyetler genellikle büyük göç ve iltica dalgalarının neticesinde kurulmuştur. Amerika Avrupa’dan bilhassa din savaşları dolayısıyla kaçmak zorunda kalan insanlar tarafnıdan kurulduktan sonra uzunca süre kapılarını ilticalara açık tutmuştur. Bugün ABD’nin gücü bu göç ve iltica dalgalarını yakın zamana kadar iyi yönetebilmiş ve kapılarını hep açık tutmuş olmasından kaynaklanmıştır. Ancak son zamanlarda ABD bu gücünü kaybediyor ki, bu haliyle de kendinden önceki bir çok medeniyetin zaafına yakalanmış oluyor, tıpkı Avrupa gibi. Büyük Medeniyetler veya imparatorlukların, kapılarını göç ve iltica dalgalarına kapatıp yüksek güvenlik duvarları örmeye başlamaları aslında çöküş aşamalarının başladığına işaret eder. Kendi konforunu paylaşmama adına başlattığı içe kapanma onun kendini yenileme ve besleme kaynaklarını da kurutmaya başlar ve yavaş yavaş mevcut potansiyellerinin bu kapalılıkla çürümeye yüz tutması mukadder hale gelir.

Bu açıdan insan gerçekten bilse, mülteci bir ülke için, bir şehir için fırsattır, besleyici kaynaktır.

Mülteci şehir için aynı zamanda bir imtihandır, çünkü belli bir konfora alışmış şehirliler, mültecinin rutin dışı varlığı ve yaşamı dolayısıyla bir rahatsızlık hmeye başlayabilir. Bunu yönetebilecek iyi bir şehirli felsefesi çok önemlidir. Mülteciyi bir yük olarak hatta bir mülteci olarak değil bir misafir olarak gören Türkiye şehirleri bu imtihanı bana göre fazlasıyla iyi geçiyor. Yüz bin mülteci Avrupa Birliği ülkelerinde, şehirlerin bütün ayarlarını bozmuş her türlü yabancı düşmanlığını, ırkçılığı ve nefret ideolojilerini alabildiğine kışkırtmış durumda. Almanya’daki mülteci kamplarında her gün ırkçı Almanlar tarafından ortalama en az bir kundaklama hadisesi gerçekleşiyor. Türkiye’nin sadece Suriye’den değil, Mısır, Yemen, Irak, Libya ve daha bir çok yerden aldığı mültecilere karşı siyasetini ise sadece hükümet değil halk da aynı kalitede sergilemektedir. Mesela Kilis’teki misafir Suriyeli nüfusu şehrin kendi nüfusunu geçmiş durumda, ama Kilis halkı tam bir insanlık ve kardeşlik destanı ortaya koyuyor.

BİNGÖL’DE ULUSLARARASI FİLM FESTİVALİ

Bingöl Üniversitesinde 5 gün boyunca devam eden Uluslararası Film Festivali ise gerçekten görülmeye değerdi. Değişen iklimi de gösteriyor, varlığıyla bir iklim de oluşturuyordu kuşkusuz. 1000 kişilik salon tıka basa dolu ve dışarıda içeriye girenlerin iki katı bir kalabalık vardı. Sinemanın Türkiye’de nasıl bir kültürel dayanağa ulaşmış olduğunu gözlemlemek bu açıdan ilginç oldu, ama daha ilginç ve anlamlı olanı, Bingöl’de böyle bir etkinliğin halktan ve öğrencilerden gördüğü büyük ilgi oldu. Yıllardır ismi daha çok terörle ve olumsuz haberlerle anılan bölge şehirlerinde bu tür etkinliklerin şehrin gerçek yüzünü açığa çıkarıyor olduğunu gözlemleyebilirsiniz.

Kültür Bakanlığını, Bingöl Valiliğini, Üniversitesini ve tabii ki bu etkinliğin baştan itibaren en büyük emektarı değerli dostum Baran Meyda’yı Bingöl’de büyük bir başarıyla gerçekleştirdikleri bu etkinlik dolayısıyla tebrik ediyorum.

Ve tabii ki, hem tören salonunda verdiği konserle gençleri coşturan, sonradan da akşam meclisinde ortaya koyduğu sazlı performansıyla ses sanatçısı boyutunu da gördüğümüz Kurtlar Vadisinin Zülfikar Ağası Halil İbrahim Kalaycıoğlu’na, Yönetmen Sinan Çetin, Fatoş Güney ve katılımlarıyla etkinliği güçlendiren tüm sanatçılara teşekkür ederim.”

Editör: TE Bilisim